Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Haldun Soygür, Şizofreni Farkındalık Günü dolayısıyla önemli açıklamalarda bulundu.
Şizofrenin sadece hastanın kendisini değil, aynı zamanda ailesini, sağlık sistemini ve tüm toplumu etkilediğini söyleyen Prof. Dr. Soygür, “Şizofreni, bireye ve topluma pahalıya mal olan bir halk sağlığı sorunu olarak görülmelidir.” dedi.
- Şizofreni nedir? Hastalığın temel belirtileri ve klinik tanımı hakkında bilgi verebilir misiniz?
Şizofreni, bireyin duygu, düşünce ve davranışlarında ortaya çıkan bir dizi bozuklukla tanımlanan ve çoğunlukla uzun süreli bir seyir gösteren ciddi bir ruhsal bozukluktur. Genellikle 25 yaşından önce başlar, kişilerarası ilişkilerde ve gerçeği değerlendirmede bozulmaya yol açar. Belirti ve bulguları çok fazla çeşitlilik gösterdiği için, tek bir hastalık olarak değil; klinik görünüm, etyoloji, tedavi yanıtı ve seyri bakımından farklılıklar gösteren bir grup bozukluk ya da sendrom olarak ele alınmaktadır. Günümüzde şizofreniye özgü hiçbir laboratuvar bulgusu olmayıp hastalığın tanısı esas olarak psikiyatrik öykü ve ruhsal durum muayenesi ile konulur.
Şizofreni, Dünya Sağlık Örgütünün Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırmasında (ICD-11) F-20 koduyla anılmakta ve F20-F29 arasında kodlanan “Şizofreni, Şizotipal ve Diğer Sanrılı Bozukluklar” başlığı altında yer almaktadır. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabında (DSM-5) ise, “Şizofreni Spektrumu ve Diğer Psikotik Bozukluklar” başlığı altında 295.90 kodu ile bulunmaktadır. Bu büyük başlık, şizofreni ile birlikte şizotipal kişilik bozukluğu, şizoaffektif bozukluk, şizofreniform bozukluk, kısa psikoz bozukluğu, sanrılı bozukluk ve paylaşılmış psikotik bozukluğu içerir. Şizofreni spektrumu kavramı, bozukluğun en hafif formundan en ağır formuna kadar uzanan geniş ve süreklilik gösteren bir aralıkta, geleneksel olarak, şizofreni ile klinik belirtiler bakımından benzerlik gösteren ve muhtemelen kimi etyolojik etkenlerin ortak olduğu bozuklukları tanımlar. Şizofreni sadece hastanın kendisini değil, aynı zamanda ailesini, sağlık sistemini ve tüm toplumu etkiler. Bu özellikleriyle şizofreni, bireye ve topluma pahalıya mal olan bir halk sağlığı sorunu olarak görülmelidir.
Topluma karşı ilgisizlik, olan bitene karşı kayıtsızlık ve içe kapanma birçok hastada gözlenir. Duygulanımında küntleşme olan hastalarda konuşulan konunun içeriğinden bağımsız ve değişmeyen bir yüz ifadesi görülür. Hastalığın akut alevlenme evresinde, kimi hastalarda, hastanın gerçeği değerlendirme yetisindeki bozulma ve çevresiyle yaşadığı uyumsuzluk nedeniyle saldırgan bir tutum gözlenebilir; kimi hastalarda ise aynı ya da farklı nedenlerle bir ürkeklik, korku hali, çekingenlik, evden çıkmak istememe ya da kendine zarar verme eğilimi ortaya çıkabilir. Hastalığın süreğenlik kazandığı ve özbakımda azalma, motivasyonda azalma gibi negatif belirtilerin egemen olduğu hastalarda bakımsız ve dağınık bir görünüm izlenebilir.
Şizofreni hastalarında bilinç ve yönelim bozukluğu yoktur. En ağır hastalarda bile bilinç açıktır ve gerçek anlamda bir yönelim bozukluğu görülmez. Bazı hastaların düşünce ve algılarındaki ağır bozukluklar hastanın yönelimle ilgili sorularımıza kayıtsız kalmasına ya da yetersiz yanıtlar vermesine neden olabilir.
Zeka, şizofrenide etkilenen ana alanlardan birisi değildir. Hastanın zekası normal, geri hatta ileri olabilir. Hastalığın belirgin yıkım gösterdiği bir kısım hastada zekada bir eksilme izlenimi edinilebilir. Bu hastalarda dikkat ve bellek bozuklukları da belirgin olarak ortaya çıkar. Birçok hastada ruhsal durum muayenesi sırasında çok belirgin bir dikkat ve bellek bozukluğu saptanmayabilir. Ancak ayrıntılı dikkat ve bellek testleri uygulandığında bu alanlarda (özellikle dikkat, yürütücü işlev, işlem belleği ve epizodik bellek), yetersizlikler saptanabilir. Günümüzde hastanın bilişsel işlevleri açısından ayrıntılı olarak incelenmesi ayrı bir değer kazanmıştır. Bilişsel bozulma hastanın işlevsellik düzeyini, gidiş ve sonlanışını yordamada, psikotik belirtilerin şiddet düzeyinden de önemli bir belirteç olarak değerlendirilmektedir. Hastanın dikkatini sürdürmede sorun olup olmadığını anlamak için, kısa ve pratik olarak, “TV izlerken, radyo dinlerken ya da kitap okurken dikkatini verip veremediği”; dikkatini odaklamada sorunu olup olmadığını anlamak için, “Markette ihtiyacı olan şeyi bulup bulamadığı, bilmediği bir yere yol işaretleriyle gidip gidemediği”; işlem belleğinde sorun olup olmadığını anlamak için, “yeni tanıştığı insanların adlarını hatırlayıp hatırlamadığı, söylenen bir telefon numarasını tekrar edip edemeyeceği, alışverişte paraüstü hesabı yapıp yapamadığı” sorulabilir.
Şizofrenide algılama bozuklukları önemlidir. Hastada varsanılar ortaya çıkar. Hasta hakkında konuşan, ona hakaret eden, komutlar veren, yorum yapan, kendi arasında konuşan insan sesleri biçiminde varsanılar veya bedenin belli bölgelerinden gelen seslerden oluşan işitme varsanıları izlenir. Hasta kendi düşüncelerinin yüksek sesle söylendiğini işittiğini, kendisine emir veren, yönlendiren sesler duyduğunu söyleyebilir. Hastanın düşünceleri üstüne yorum yapan sesler ya da bu seslerin kendi aralarında konuşmaları biçiminde işitme varsanıları saptanabilir.
Düşünce alanı da, algılama gibi şizofrenide asıl ve belirleyici olarak bozulan ruhsal alanlardandır. Düşüncenin oluşumu, bağlanması ve içeriği bozulur. Düşüncenin biçimine ya da yapısına, gerçekle bağlantı kurmadan, gereksinimleri dürtüler tarafından yönlendirilen, neden–sonuç bağlantısı tanımayan birincil düşünce süreci egemen olur. Buna dereistik ya da otistik düşünce biçimi de denir. Düşüncenin bağlanması ya da süreci (akışı) (association) (çağrışım) ile ilgili bozukluklar ortaya çıkar. Çağrışımların yapısı birbirinden kopuk, tutarsız, ilgisiz, mantık bağlantısı olmayan kelimeler ya da cümlelerden oluşur. Düşünceler genel olarak anlaşılamaz; sözcükler ya da düşünceler herhangi bir mantık ya da gramer bağı olmaksızın akar; düşüncelerde dağınıklık hakimdir. Çağrışımlar yavaşlayabilir, hızlanabilir ya da dağılabilir (enkohreans). Düşüncedeki yavaşlama kimi zaman tümüyle durarak düşüncede blokaj boyutu kazanabilir. Düşünce akışı sırasında, anlam bakımından bağlantısı olmayan, söz uyumu olan sözcüklerin hızla birbirini izlemesi anlamına gelen Klang çağrışımı; yeni sözcükler bulma ya da bilinen sözcükleri bozuk ve çarpık bir şekilde kullanma olarak tanımlanan neolojizm (dil uydurma; dolaylı-çevresel düşünce (circumstantiality); sözcük tekrarları (perseverasyon); Çeşitli sözcüklerin mantıksal bir neden olmaksızın bir sözcük haline getirilmesi (Yoğunlaştırma) (condensation) ortaya çıkar. Düşünce içeriği yoksullaşabilir (aloji) ya da sanrılar izlenir. Sanrıların bizar olması özellikle önemlidir. Hastada büyüklük, kötülük görme (perseküsyon), alınma, kıskançlık, hipokondriyak, küçüklük, kontrol edilme, etkileme, etkilenme (Düşünce çekilmesi, düşünce sokulması, düşünce okunması, düşünce yayınlanması, düşünce yankılanması, düşüncelerin kontrol edilmesi ya da etkilenmesi) sanrıları ve sanrılı algılama görülür. Psikotik hastaların gerçeği değerlendirme yetisi bozuktur. Bazı hastaların hastalıklarına yönelik içgörüleri yoktur ve hasta olduklarını kabul etmezler.
Hastanın duygulanımı, kısıtlılıktan tamamen düz bir duygulanıma kadar bir yelpaze içinde küntleşme gösterir. Bazı hastalarda uygunsuz duygulanım gözlemlenir. Anhedoni birçok hastada saptanabilir. Anksiyete ve depresyon hastalığın çeşitli evrelerinde sıklıkla rastlanan bulgulardır.
Hastanın motor davranışlarında abuli, akinezi, anerji, apati avolüsyon asosyalite gibi belirtiler görülür. Katatoni ve postür anormallikleri olan hastalarda, katalepsi (donakalım ) (belirli katatonik postürü sürekli olarak koruma); katatonik eksitasyon (ajite, amaçsız motor aktivite, dış uyaranlardan etkilenmez); katatonik stupor (ileri derecede yavaşlamış motor aktivite); katatonik rijidite (istemli olarak rijid bir beden postürünü korumak); katatonik postür alma (uygunsuz ya da tuhaf bir postürü istemli olarak ortaya çıkarmak; genellikle bu postür uzun bir süre korunur); balmumu esnekliği (cerea flexibilitas) (kişi kendisine verilen pozisyonu korur; değerlendirici, ekstremiteleri hareket ettirirken balmumu ile uğraşıyormuş hissini yaşar) görülebilir. Bazı hastalar hekime ya da çevresindekilere karşı negativistik bir tutum içinde olabilir. Hastaların bir kısmında manyerizm (yerleşik, istemsiz hareketler), grimas (özellikle ağız çevresi ve göz bölgesindeki basmakalıp yüz mimikleri) ve stereotipik davranışlar izlenebilir.
2. Şizofreni toplumda ne sıklıkta görülür? Genellikle hangi yaşlarda ortaya çıkar?
Şizofreni, her ırk, yaş, cinsiyet ve sosyal sınıfta görülebilir. Şizofreninin yaşam boyu yaygınlığı %1’e yakındır (Binde 8,7). Günümüzde her iki yüz elli kişiden birinin şizofreni hastası olduğu hesaplanmakta ve 21. yüzyılda doğan her 140 çocuktan birinde ya da her bin kişiden 7-8’inde şizofreni ortaya çıkması beklenmektedir.
3. Şizofreni hastalığının doğal seyri nasıldır?
Şizofreninin seyri dört evrede ele alınmaktadır. Bunlar; ön evre, hastalığın başlangıcı ya da açık evre, orta evre ve geç evredir.
Ön (prodromal) evre
Bu evrede henüz hastalığın açık psikotik belirtileri başlamamıştır. Bununla birlikte pek çok farklı belirti ortaya çıkabilir. Toplumdan uzaklaşma eğilimi, duygusal yanıtta azalma, şüpheler, kuşkular, dürtüsel davranışlar gelişebilir. Dikkat dağınıklığı, konsantrasyon sorunları, uykusuzluk, uyku-uyanıklık döngüsünde değişiklikler, kendine bakımda azalma, olağan dışı davranışlar, sıkıntı, öfke patlamaları, çökkünlük gibi pek çok belirti meydana gelebilir. Eşikaltı psikoz belirtileri görülebilir.
Hastalığın başlangıç ya da açık evresi
Bu evrede, psikotik tablo, özellikle pozitif belirtiler açık olarak görülür. Şizofrenin başlangıç yaşı genellikle, erkekler için 20’li yıların başı ve ortaları, kadınlar için 20’li yılların sonudur. Kadınlar için görülme sıklığının arttığı bir başka dönem 40’lı yaşlardan hemen sonrasıdır. Hastalık yavaş ve sinsi bir başlangıç gösterebileceği gibi birdenbire de başlayabilir. Psikoza erken müdahale edilmesi önemlidir. Bu evre intihar girişimi açısından da en yüksek risk taşıyan zaman dilimidir. Tedavi edilmemiş psikoz süresinin uzunluğu hastalığın gidişini olumsuz etkiler.
Orta evre
Hastalığa yakalanmayı izleyen ilk 5-10 yıl boyunca alevlenme ve yatışmalarla giden süreç, doğru ve yeterli düzeyde tedavi uygulanmazsa, hastadan pek çok şeyi alıp götürür. Tedavi edilemeden geçirilen her atak, bir sonraki atakta alınacak tedavi yanıtını azaltır. Bu evredeki kayıplar yetiyitiminin temellerini atar. Sosyal becerileri gerileyen, çalışma kapasitesi azalan hasta, giderek yaşam deneyimi oluşturma ve olanakları değerlendirme fırsatlarını da kaçırabilir.
Geç evre
Bu evre, süreğen artakalan (kronik-rezidüel) evre olarak da adlandırılır. Pozitif belirtilerinin yoğunluğunda yaşla birlikte azalma oluşan hastanın belirli bir düzeyde toplumsal ve mesleki başarı kazanması mümkün olabilir. Bununla birlikte, birçok hastanın yaşam niteliğinde bozulma ortaya çıkar. Belirtileri az ya da çok düzelen bir hasta için bu kez işlevsellik ve bağımsız yaşam sorunları gelişebilir.
Prognoz ve sonlanımla ilgili çalışmalar, hastalığın çok değişken seyrettiğini, kimi hastalarda alevlenmeler ve yatışmalarla (remisyon) kimilerinde ise süreğenleşme ile seyrettiğini göstermektedir. Yaşamları boyunca bir kez açık alevlenme dönemi yaşayıp daha sonra tam ya da kısmi yatışma gösteren hastalar ya da alevlenmeler arasında artakalan belirtilerin sürdüğü hastalar olduğu gibi, alevlenmeler arasında artakalan belirtisi olmayan hastalar da vardır. Gidiş ve sonlanım güvenilir bir biçimde öngörülemez. DSM-5’de, hastaların yaklaşık yüzde 20’sinde olumlu bir gidiş olduğu ve bireylerin az bir kesiminin tam iyileştiği bildirilmiş ve oran vermeden gidişle ilgili olarak şu saptama yapılmıştır: “Hastaların birçoğu açık belirtilerin alevlenmeleri ve yatışmaları ile giden bir biçimde süreğen hasta kalırken, diğerleri giderek daha da kötüleşmeyle giden bir gidiş gösterir.”
Şizofrenide prognoz ve sonlanım şu şekilde özetlenebilir: Bir uçta yüzde 15-20 oranında yeni bir atak olmaksızın tam iyileşme gösteren hastalar, diğer uçta ise, ilk ataktan sonra hiçbir biçimde iyileşme göstermeyen yaklaşık yüzde15 hasta yer alır. Bu iki uç arasında bulunan hastaların çoğu ya ilk ataktan sonra en azından kısmen iyileşir, fakat hastalık öncesi işlevsellik düzeyine tam olarak dönemezler. Buna karşın şizofreni genellikle bir yıkım süreci ile gitmez ve hastalığın gidiş ve sonlanımını olumlu etkileyen birçok etmen vardır.
4. Şizofreni gelişiminde genetik yatkınlık, çevresel etkiler ve nörobiyolojik faktörler nasıl bir rol oynuyor?
Şizofreninin nedenleri hakkında sahip olduğumuz en değerli ipucu, ailesel geçişin gösterilmiş olmasıdır. Şizofreni hastası ile akrabalık ne kadar yakınsa ve ailedeki şizofreni hastası sayısı ne kadar fazlaysa risk oranı o ölçüde artmaktadır. Aile araştırmaları, hastanın birinci derece yakınlarında hastalığa yakalanma oranının 5-10 kat arttığını göstermektedir. Şizofreni hastalarının yakınlarında yaşam boyu şizofreni gelişme riski şöyle ifade edilebilir: Hem anne hem baba şizofreni hastası ise, risk yüzde 25-30; Anne babadan sadece birisi şizofreni hastası ise, risk yüzde 8-10; kardeşlerinden birinde varsa, risk yüzde 10; ikinci derece akrabalarda, risk yüzde 5; üçüncü derece akrabalarda yüzde 2-3.
Aile araştırmaları aynı zamanda, eğer genetik bir etki varsa dahi, bunun otozomal dominant bir hastalık olan Huntington hastalığı gibi ya da otozomal resesif bir hastalık olan kistik fibrozis gibi olmadığını anlamamızı da sağlamıştır. Ailevi geçişin gösterilmesinden sonra gerçekleştirilen ikiz ve evlat edinme araştırmalarının amacı, söz konusu geçişte genetik etkenlerin gücünün düzeyini anlamaya yönelik olmuştur. Günümüze dek yapılan ikiz araştırmalarının sonuçları gözden geçirildiğinde, tek yumurta ikizlerinde eş hastalanma oranının yaklaşık yüzde 45-50; çift yumurta ikizlerinde yaklaşık yüzde 5-15 olarak saptandığı görülmektedir. Tek yumurta ikizlerinde eş hastalanma oranı için saptanan bu değer, çevresel etmenlerin önemine de dikkat çekmiştir.
Çevresel Risk Etmenleri dediğimizde, anlaşılması gereken anne karnından başlayarak yaşamın ileri yılları boyunca hastalığın oluşumuna katkıda bulunduğu düşünülen tüm çevresel etmenlerdir. Yaşamın Erken Dönemindeki Çevresel Risk Etmenleri arasında; baba yaşının büyük olması, annenin gebeliğindeki beslenme bozuklukları, infeksiyon hastalıkları, aşırı strese maruz kalma, doğumların kış sonu, bahar başında gerçeklemiş olması, gebelik ve doğum komplikasyonları sayılabilir. Bu maddeler özellikle amfetamin, metamfetamin ve kenevirdir. (kanabis, esrar) Ergenlikte yoğun kanabis kullanımının daha sonra şizofreni ve benzeri psikotik bozukluk gelişmesi riskini arttırabileceği net olarak bilinmektedir. Bazı çevresel risk etmenleri bireysel düzeyde ele alınırken, bazıları aile/toplum düzeyinde incelenir. Günümüze dek yapılan pek çok çalışmada yoksulluk ve şizofreni arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş ve sosyal kayma kuramı da sorgulanmıştır. Bu alandaki çalışmaların sonuçları, şizofreni ve düşük sınıfsal konum arasında orta düzeyde bir ilişki olduğuna dikkat çekse de, konu özellikle metodolojik güçlükler nedeniyle muğlaklığını korumaktadır. Doğum yeri ve şizofreni riski arasında ilişki ile ilgili güçlü kanıtlar mevcuttur. Kentte doğan ya da büyüyen kişilerde kırsal kesimde doğan ya da büyüyenlere göre şizofreni riski artmış olarak bulunmuştur. Son yıllarda özellikle göç ve sosyal ayrımcılık yaşamış olmak üzerinde durulmaktadır. Hem birincil hem de ikinci kuşak göçmenlerde artmış şizofreni riski vardır. Çocukluk çağı travmaları birçok ruhsal soruna neden olabildiği gibi şizofreni için de bir risk etmenidir.
5. Şizofreni tanısı nasıl konur? Diğer psikiyatrik hastalıklardan nasıl ayırt edilir?
Amerikan Psikiyatri Birliğinin Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabında (DSM-5,2013) şizofreni tanısı koyabilmek için gerekli olan tanı ölçütleri, klinisyenlere çeşitli seçenekler sunan ve mevcut klinik durumu tanımlamaya yarayan gidiş belirteçlerini içermektedir. Şizofreni tanısı için ille de sanrı ya da varsanıların varlığı gerekli değildir; tanı ölçütleri içinde yer alan A ölçütlerinde belirtilen 5 belirtiden ikisinin bulunması hastaya şizofreni tanısı koyulması için yeterlidir (örneğin: darmadağınık konuşma). B ölçütleri, yıkım olmasa da, hastalığın açık evresi sırasında işlevselliğin bozulmasını gerektirir. Belirtiler en az 6 ay devam etmeli ve şizoduygulanımsal bozukluk veya duygudurum bozukluğu tanısı bulunmamalıdır. Tanı ölçütleri şu şekildedir:
Aşağıdaki belirtilerden ikisinden (ya da daha çoğundan) her biri, bir aylık (ya da başarı ile tedavi edilmişse daha kısa) bir sürenin önemli bir kesiminde bulunur. Bunlardan en az birinin (1), (2) ya da (3) olması gerekir.
Sanrılar.
Varsanılar.
Darmadağınık (Dezorganize) konuşma (örn. sık sık konudan sapma gösterme ya da anlaşılmaz konuşma).
İleri derecede darmadağın davranış ya da katatoni davranışı.
Negatif belirtiler (örn. duygusal katılımda azalma ya da kalkışamama (avolisyon)
Bu bozukluğun başlangıcından beri geçen zamanın önemli bir kesiminde, iş, kişilerarası ilişkiler ya da kendine bakım gibi, bir ya da birden çok başlıca alanda işlevsellik düzeyi, bu bozukluğun başlangıcından önce erişilen düzeyin belirgin olarak altındadır (ya da bozukluk çocukluk ya da ergenlikte başlamışsa, kişilerarası, okulda ya da işle ilgili işlevsellik, erişilmesi beklenen düzeye erişemez).
Bu bozukluğun süregiden bulguları en az altı ay sürer. Bu altı aylık evre, A tanı ölçütünü karşılayan, en az bir aylık (ya da başarıyla tedavi edilmişse daha kısa süreli) belirtileri (açık evre belirtilerini) kapsamalıdır ve ön (prodromal) ve artakalan (rezidüel) belirti evrelerini kapsayabilir. Bu bozukluk, ön ya da artakalan evreleri sırasında, yalnızca negatif belirtilerle ya da bu hastalığın A tanı ölçütünde sıralanan iki ya da daha çok belirtinin hafifletilmiş formlarıyla (örn. Yadırganacak denli olağandışı algısal yaşantılar) kendini gösterebilir.
Şizoduygulanımsal (şizoaffektif bozukluk) ya da psikoz özellikleri gösteren depresyon bozukluğu ya da ikiuçlu (bipolar) bozukluk dışlanır, çünkü ya 1) açık evre belirtileriyle eşzamanlı olarak yeğin (majör) depresyon ya da mani dönemleri ortaya çıkmamıştır ya da 2) açık evre belirtilerinin olduğu sırada duygudurum dönemleri ortaya çıkmışsa bile, bunlar hastalığın açık evre ve artakalan dönemlerinin toplam süresinin az bir kesiminde bulunmuştur.
Bu bozukluk, bir maddenin (örn. kötüye kullanabilen bir madde, bir ilaç) ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojik etkilerine bağlanamaz.
Otizm spektrumu kapsamında ya da çocuklukta başlayan bir iletişim bozukluğu öyküsü varsa, şizofreni tanısı konabilmesi için gerekli diğer belirtilerin yanı sıra belirgin sanrılar ya da varsanılar da en az bir aylık (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa) bir süreyle varsa, ayrıca şizofreni tanısı da konur.
Şizofreni tanısı konulmadan önce, ayrıntılı bir anemnez, ruhsal durum muayenesi, fizik-nörolojik muayene ve laboratuvar sonuçları ile diğer tüm olasılıkların dışlanması gereklidir. Öncelikle şizofreni benzeri belirtilere neden olabilecek başka bir sağlık durumuna bağlı psikotik bozukluklar ve maddenin/ilacın yol açtığı psikotik bozukluklar dışlanmalıdır.
6. Şizofreni tedavisinde günümüzde kullanılan temel yöntemler nelerdir?
Şizofreni tedavisinin en temel bileşeni antipsikotik ilaçlar olmakla birlikte, hekimin şizofreni hastası ile tedavi edici bir ilişki kurmadan, hastanın ailesi ile işbirliği yapmadan, ilaç tedavisinde uyulması gereken temel ilkeleri bilmeden ve bazı önemli toplumsal bakış açılarını doğru biçimde içselleştirmeden şizofreni tedavisine başlaması yeterli faydayı sağlamayacaktır. İlk ve öncelikli amacınız, hastayla güvenilir, sürekli ve tutarlı bir ilişkiyi başlatabilmektir. Bir ilişki oluşturmak hastanız için zaman ayırmanızı ve onu dinlemenizi gerektirir. Sanrılar ve varsanılar karşısındaki en doğru tutum, onları saygılı bir biçimde dinlemek ve hiçbir zaman hafife almamaktır. Kendinizi hastanızın yerine koyarak, bu belirtilerin nasıl tedirginlik yaratabileceğini, üzebileceğini ya da rahatsız edebileceğini anlamaya çalışmalıdır.
Aileler tedavi ekibinin doğal üyeleridir. Aile ve/veya hastanın yakın çevresi gözardı edilerek gerçekleştirilen şizofreni tedavisi eksiktir. Aile üyelerinin hastaya karşı tutumlarında, hastalarına öfkeli/düşmanca davranmamaları, eleştirici tutumlarını azaltmaları; ya da tersine aşırı ilgili, aşırı koruyucu – kollayıcı davranışlarını azaltmaları, ve genel olarak sıcak anlayışlı tutum ve olumlu ifadeler içinde olmaları için çaba sarf etmek gereklidir.
Antipsikotik ilaçların ilki olan klorpromazinin şizofreni tedavisinde kullanılmaya başlamasından bu yana geçen 70 yılı aşkın süre içinde, bu ilaçların özellikle sanrı ve varsanı gibi pozitif belirtiler üzerindeki etkisi açık olarak kanıtlanmış olmasına karşın, tipik antipsikotik ilaç tedavisinin olguların bir bölümünde yetersiz kalması ve hastaların yaşamlarını kısıtlayabilen önemli yan etkilerinin olması, terapötik etkinliği daha fazla, yan etkisi daha az yeni antipsikotik ilaçların aranmasına yönelik çabaları hızlandırmıştır. Günümüzde bu seçenekler giderek artmaktadır.
7. İlaç tedavisi dışında hangi psikososyal destekler ve rehabilitasyon yöntemleri etkili bulunuyor?
Şizofrenide uygulanan kanıta dayalı psikososyal tedavilerin başlıcaları şunlardır:
Aktif/Girişken Toplum Tedavisi (Assertive Community Treatment)
Bilişsel-davranışçı psikoterapi (BDT)
Bilişsel onarım (cognitive remediation)
Aileler yönelik ruhsal-eğitsel programlar
Hastanın hastalıkla kendisinin başa çıkması eğitimi (Illness Self- Management Training)
Destekli iş ve eğitim uygulamaları.
8. Şizofreni hastalarının topluma katılımı ve iş hayatına entegrasyonu neden önemlidir?
İş sahibi olmak, kendimize ve başkalarına kim olduğumuzu söyleyen bir araçtır. İşsizlik dışlanmayı arttırır, bireyin yaşam kalitesini azaltır. İşsizlik erken ölüm dahil olmak üzere, genel sağlık sorunlarındaki artışla ilişkilidir. Ciddi ruhsal hastalık tanısı olanlarda işsizlik düzeyi özellikle yüksektir. Psikotik hastaların ancak beşte biri bir işte çalışmaktadır. Şizofreni tedavisinde toplumsal yaşama katılımın artması ve iş yapabilmek, tedavinin en önemli amaçlarını oluşturur.
9. Toplumda şizofreniye yönelik yanlış algılarla nasıl mücadele edilebilir?
Günümüzde toplum içinde damgalanma, ayrımcılık ve dışlamaya maruz kalan en zor durumdaki kesimlerden birisi şizofreni hastalarıdır. Şizofreni ile ilgili pek çok yanlış inanç, olumsuz önyargı aşılmayı beklemektedir. Hekimlerin dahi bir bölümü, şizofreni hastalarının tümünün saldırgan ve tehlikeli, her an cinayet işleyebilecek kişiler olduklarını düşünmektedir. Şizofreni hastaları, toplumdaki önyargılı yanlış inanışların aksine genel nüfustan daha fazla cinayet işleme olasılığı taşımaz. Böyle bir durum, açık evre psikotik belirtileri olan ve tedavi edilmemiş bir hastada, sanrı veya varsanılara bağlı olarak önceden kestirilemeyen ve bizar nedenlerle olmaktadır. Cana kıyma ediminin olası belirleyicileri daha önceki şiddet öyküsü, hastaneye yatırıldığında tehlikeli davranışlar ve şiddet içeren sanrı ve varsanıların olmasıdır. Tasarlanmış ya da planlanmış cinayetlerin hemen hepsi “sağlıklı” insanlar tarafından işlenmektedir. Kişilik bozuklukları, alkol ve madde kullanımı olanlarda cana kıyma oranı çok daha yüksektir. Toplumda şizofreninin tedavi edilemez bir hastalık olduğu yolunda yaygın ve yanlış bir inanış vardır. Günümüzde uygun bir tedaviyle şizofreni hastalarında çeşitli düzeylerde iyileşme sağlandığı bilinmektedir.
10. Dünya Şizofreni Günü kapsamında toplum ve sağlık profesyonelleri için vermek istediğiniz mesajlar nelerdir?
Şizofreni konusunda duyarlı olan ve şizofreniden etkilenen herkesi bir araya gelmeye davet ediyoruz. Yolunuzu Ankara Beşevler’de bulunan MaviAt Kafe’ye düşürmenizi dört gözle bekliyoruz. Sizi ağırlamak şizofreni ile yaşayan dostlarımızı mutlu edecektir.